2 Ekim 2009 Cuma

kurtlar vadisi pusu 65.bölüm




Değil mi ki, “Yiğidi öldür hakkını yeme” diye dünya durdukça duracak güzellikte bir atasözümüz var…






Değil mi ki, her hâl ü kârda hakkaniyet ölçüsünden şaşmamak gerek…





O halde, Vadi yapımcılarının bir-iki hususta hakkını teslim ederek başlayabiliriz söze.





Mesela…





Başrol oyuncularını piyasadan tedarik etmemişler; kendi içlerinden çıkarma başarısını göstermişlerdir.





Yani…





Bir “Yeşilçam” kırması yahut bir manken bozmasından star “yaratıp” da, başlarına



tebelleş etmemişlerdir.





Kim akletmişse ( ki bilebildiğim kadarıyla Osman Sınav) çok iyi etmiş.





Hiç düşündünüz mü; Polat Alemdar karakterini Necati Şaşmaz'ın yerine piyasadan tedarik edilmiş bir “aktör” canlandırmış olsaydı ne olurdu?





Ben söyleyeyim: Kompleks ve kaprisleri yüzünden sadece yapımcıları değil, herkes kafayı yerdi.





Hekimoğlu İsmail'in aynı adlı romanından Yücel abinin (Çakmaklı) 1990'da sinemaya uyarladığı “Minyeli Abdullah”ın başrol oyuncusu Berhan Şimşek'in “halleri” aklıma geliyor da, Vadi yapımcılarının ne kadar isabetli karar verdiğini daha bir anlıyorum.





Mezkur filmle elde ettiği şöhretin (Ki, Necati Şaşmaz'ın şöhretinin kırkta biri bile değildi bu ) ardından ne kadar solcu, ne kadar laik, velhasıl, ne kadar “Minyeli Abdullah”ın temsil etmeye çalıştığı “manayla” alakasız olduğunu ispat etmek için kendini adeta paralamıştı.





Haksızlık etmeyelim: Mahalle baskısı da acayip abanmıştı üzerine.





O denli şedit bir baskıydı ki bu, “Anthony Quin de Hazreti Hamza rolünü oynadı…” diyerek kendini savunmak zorunda kalmıştı!





Hulasa…





Bayburt'lu Berhan (Müslüman öncü bir karakteri canlandırmanın meşruiyeti için) Amerikalı Quin'den medet aramıştı.





Ne kadar tuhaf değil mi?!





Düşene vurulmaz prensibince, şu sıralar dokunmak, dokundurmak istemem, ama, gördüğünüz gibi mahalle baskısının kralı her zaman Ertuğrul Bey'ciğim'in mahallesinden neşet etmiştir.





Bizim Bayburt'lu Berhan'a gelince…





“Minyeli Abdullah” imajından sıyrılabilmek için etti eyledi, “Hoşçakal Yarın” filminde Deniz Gezmiş rolünü kaptı.





Zira o yaşta üniversite talebesi rolüne soyunmasının başka bir izahı yoktu.





Bir de, rol gereği tesettüre girdikten sonra, ne kadar “açık” bir insan olduğunu kanıtlamak uğruna olur olmaz yerde açılıp saçılan “aktrislerin” serencamı var ki; ne siz sorun, ne ben anlatayım…





Vadi yapımcılarının bir haklarını daha teslim edelim:





“Yapıştırma bıyık” gibi dursa da, “Ömer Baba” karakteriyle, “dindarlara” yahut “dini söylem”e yer vermeye özen göstermişlerdir.





Sanki bu ülkede camiler hiç yokmuş, ezanlar hiç okunmuyormuş gibi davranan, bir sosyolojik gerçeklik olarak bile olsa “dine” tahammül edemeyen dizileri göz önüne getirirseniz ne demek istediğimi anlarsınız.





Gelgelelim…





“Ömer Baba”nın temsil ettiği din anlayışı nedir, nasıl bir şeydir tastamam belli değil.





Tamam, Yeşilçam'ın istihfaf ve tahkirle ele aldığı “dinci” karakterlerden biri değil ama, yine de oldukça tuhaf bir karakter!





En yakınındaki kişi, yani oğlu (Polat Alemdar) bir sezon İskender Büyük'ün davası uğruna mermi atıyor, bir sezon İskender Büyük'ün davasından mermi yiyor; Ömer Baba kalkıp da, “Evladım nedir sendeki bu hal; bir öylesin, bir böyle?...” demiyor.





“Bu dava için mermi atan da, yiyen de şereflidir…” şeklinde mi düşünüyor yoksa?





Öyle bile olsa, “dava” aynı dava değil ki, nerdeyse her sezon değişiyor ya hu!





Tabiri caizse, Polat Alemdar'ın “davası” kapanın elinde kalıyor!





“Kurtlar Vadisi Pusu”nun fanatik izleyicileri mevzua haydi uyanamıyor, Ömer Baba niye uyanmıyor?





Dahası, Ömer Baba bu izleyicilerin uyanmaması için bir nevi “pusu” işlevi mi görüyor?!





Bu vesileyle, Kurtlar Vadisi'nin “Seyfo Dayı”sı, Nihat abiye (Nikerel) rahmet diliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yorumunuz için teşekkürler

Untitled Document